21 Mart 2010 Pazar

DEĞİŞİMİN EŞİĞİNDEKİ ÜLKE:TÜRKİYE

Dünya değişiyor.Toplumlar ,yaşayışlar,inanışlar,gelenekler hatta…

Ve de bu değişim,kitleleri yeni ufuklara götürüyor.Ülkemiz de bu değişimin eşiğinde bugünlerde.Kalıpların kırıldığı, siyasi konjonktürün değiştiği bir ortamdayız.

Özellikle çeteleşmenin ortaya konulduğu, dokunulmaz denen kişilerin sorgulandığı,yanlışların ortaya konulduğu günlerden geçiyoruz..Bundan önce farklı bildiğimiz olaylarda, kimlerin ne tür parmakları var yeni yeni bu dönemde sorgulanıyor.Örneğin Abdi İpekçi-Çetin Emeç cinayetlerinden anti-laik kesimin sorumlu tutulduğu günlerden ;ailelerinin bile olayı şimdi daha net görebiliyoruz dediği bir ortamdayız.Evet Emeç ailesi seneler sonra olayın içinde ülke içindeki karanlık güçlerin varlığına dikkat çekiyor.Yani faili-meçhul cinayetlerdeki sır perdeleri belki de şimdi sorgulanmaya başlıyor.

Bunun da temel nedeni Ergenekon Soruşturması’dır.Bu dava ile başlayan süreçte haksız gözaltılar yaşansa bile ,olayın temelinde nasıl olsa bize el uzatamazlar denen kurumların sorgulanır olması vardır.Bu kurumların yanlışlığı gözler önün serildikçe ,yargılanması gereken insanlar adaletin önüne çıktıkça gerçekleri daha iyi görebileceğiz.Bu ülke aydınlarına asıl kıyanların kimler olduğunu daha iyi anlayabileceğiz.Evet yaşanan bir değişim var ve umarız ki değişim olumlu yanları ile çok şeyleri daha netleştirecek.Ama bu değişim yaşanırken yıllardan beri ülke içi demokrasi ve adaleti tamamlayacak olgular maalesef geri planda kalmakta.Dokunulmazlıkların kalkması,yargı reformunun gerçekleşmesi ve parti içi demokrasi zaaflarının giderilmesi eğer gerçekleşirse daha demokratik bir sosyal ve siyasi yapıya ulaşacağımız şüphesiz.O nedenle bu olayların en kısa zamanda gerçekleşmesi için siyasiler samimi olmalı ve gereken çabayı göstermeli.

Değişimin sürmesi; daha yaşanır, daha adaletli bir Türkiye için çok önemli .O yüzden her hattıyla değişime devam…
ERDEM ÇETİN

19 Mart 2010 Cuma

SİYASETE BULAŞMIŞ FUTBOL

Türkiye iki haftadır yoğun olmakla birlikte sezon başından bu yana çıkar gruplarının Diyarbakırspor üzerinden oynadığı oyunlara şahit oluyor.Açılımın başkenti Diyarbakır her hafta futbol takımının üzerindeki futbol dışı emellerle karşı karşıya.Ancak son iki haftadır yaşananlar ne yazık ki çok ileri boyutlara taşınmış durumda.Diyarbakır’da oynanan Bursa maçında yaşanan olaylara be bu haftaki İstanbul Büyükşehir Belediye spor maçının tatil oluşuna baktığımızda planlanmış eylemlere devletin de engel olamayarak bir şekilde yardımcı olduğunu görmekteyiz.

Önce Bursa maçına bakalım…İki takımın arasında yaklaşık 5 ay önce yapılan karşılaşmada Diyarbakırspor bayrağı yere atılıyor,malum tezahürat tekrarlanıyordu.Buna da İstiklal Marşımızı söylemeyen Diyarbakırlı taraftarların yol açtığı söyleniyordu.Fakat burada gözden kaçan durum ,orda ki provokatör grubun hiçbir şekilde tüm şehri temsil etmediğiydi.Ve de senaryonun devamının çekilmesi için iki takımın oynayacağı 2. maça söz kesiliyordu.2 hafta önce oynanan müsabakada öyle olaylar yaşandı ki;herhalde hakem doğru bir karar vermeyip maçı tatil etmese senaryoyu oluşturan grupların elinde daha renkli bir senaryo olabilirdi.

Ancak yaşanan ne yazık ki bir zaaftı devlet için.Çünkü orada yaşanan olayların hiçbirine engel olamamıştı, devlet.Seneler önce terörist başının İtalya’da olduğu haberleri İtalya Türkiye arasında gerilimli bir ortam yaratmış,Galatasaray ile Juventus takımlarının aralarında oynayacağı maç , bugün ki Diyarbakır- Bursa maçından kat kat daha önemli bir hal almıştı.Ancak devlet orada otoritesini ve gücünü kullanmış, çıkabilecek eb ufak bir olaya bile en gel olmuştu.Yani devlet futbolu siyasetten uzak tutmayı başarmıştı.

Bugünlere tekrardan dönelim…
Olaylı bir şekilde geçen ve hakemin tatil ettiği Diyarbakır-Bursa maçından sonra artık Diyarbakır’ın her maçı çok kritikti.Çünkü provokatörlerin yol açacağı maç tatile gideceği bir maç daha Diyarbakır’ın sonuydu.Çünkü futbolun kanunları belliydi.Bir takımın taraftarı, aynı sezon içinde 2 kez maçı tatile götürecek olaylara neden olursa o takım küme düşer maddesi çok açıktı.İBB maçından 88 dakika bekleyen sözde taraftarlar , yedikleri golden sonra içeri girdi ve hakem maçı tatil etti.Ama burada yaşananlar bir hafta öncesinden çok farklıydı.Devletin valisi oradakilerin çıkar grupları olduğunu ,hakemin maçı tatil ederek bir şekilde çıkar gruplarının oyunlarına teslim olunduğunu açıkça beyan etti.Gerçekten de hakem bu oyunu oynayanların ekmeğine yağ sürmüştür.Hakem futbolcuların sadece ama sadece amaçlarının futbol oynamak olduğunu göz ardı etmiş ,kalan kısa zamanı her türlü teminatın kendisine verilmesine rağmen maçı tatil etmiştir.Ama tekrardan altı çizilmesi gereken durum en büyük zararı göreninin futbolcular olduğudur.Diyarbakırspor forması giyip de ender olarak Diyarabakırlı olan futbolculardan ,kaptan Barış’ın maçın tatil edilmesinden sonra olayların olduğu tribün önünde çöküp olan biteni çaresiz gözlerle izlemesi gerçekten çok acıdır.Yani kaybeden kaptan Barış olmak üzere diğer Diyarbakırsporlu futbolcular olmuştur.

Sonuç itibariyle eğer Diyarbakır küme düşerse çıkar grupları şehri futboldan uzak tutacak,ve de amaçlarına ulaşmış olacaklar.Bundan sonra Van’da ,Hakkari’de ve de diğer doğu şehirlerinde yaşanacak olaylarında önü açılacaktır.Ermeniler ile İtalyanlar ile futbol üzerinden dostluk kurmaya çalışan Türkiye kendi topraklarındaki ayrılıkçılığı körükleyecek.Yine sporda şiddet yasasını çıkartamamış devlet,yaşanacak bu tarz olaylara seyirci kalacak.Çünkü eğer bu devlet sporda şiddet yasasını çıkartmış olsaydı;spor müsabakalarında yapılacak provokatif eylemleri önlerdi.İki maçta yaşanan onca olaya rağmen bir tek gözaltı olmaması , bu yasanın çıkmamasındandır.Bundan sonra olan yine,tribüne gitmeye çekinen futbol taraftarlarına,potansiyel suçlu olarak gösterilen şehirlere ve de Barış gibi futbolculara olacaktır

ERDEM ÇETİN

16 Mart 2010 Salı

NASIL BİR SÜREÇTEN GEÇİYORUZ 4

Hızla değişen ülke gündemimiz geride bıraktığımız ay boyunca birden çok gündem maddesiyle tartışıldı ve tartışılmaya devam edecek.Balyoz eylem planı,Tekel işçilerinin 78 günlük direniş sürecinin sonlanması,bir cumhuriyet başsavcısının özel yetkili bir başka savcı tarafından tutuklanması,başbakanın medya patronlarına gazetecileri şikayet etmesi,devletin zirvesinin askeri tatbikata katılmaması bugünkü yazımızda değerlendireceğimiz gündem maddeleri olacak.

ASKERİ TATBİKAT
2 yılda bir yapılan ve ordunun kara şartlarında neler yapabileceğinin örneklerinin sergilendiği kış tatbikatı geçtiğimiz ay yapıldı.Ordunun başı konumundaki cumhurbaşkanı, başbakan ve milli savunma bakanı ise bu tatbikata katılmadılar.Nedeni ise sorulduğunda böyle gerekiyordu cevabı savunma bakanı tarafından verildi.Ancak devlet geleneği haline gelmiş;askerin ve siyasetin buluştuğu bu zirve bize kalırsa çok önemli bir birlik ve beraberlik simgesidir.Özellikle de asker-sivil geriliminin hissedildiği bir ortamda bu katılımın olması gerekliydi.Cumhurbaşkanının ise siyasetten kopmuş,tamamen üst otorite olarak orda olması isabetli olurdu, kanısı da çok da yanlış bir kanı değildir herhalde.

TEKEL İŞÇİLERİNİN DİRENİŞİ
Geçtiğimiz aya dair bir diğer gündem maddesi de Tekel işçilerinin hükümet ile 4-C konusunda anlaşamaması idi.78 gün boyunca Ankara’da çadırlar kuruldu ve çok önemli bir direniş hareketi görüldü.Sonunda şimdilik de olsa Tekel işçilerinin lehine bir karar çıktı ve bu 78 günlük süreçte bitmiş oldu.Burada sorulması ve tartışılması gereken konu hükümet mi yoksa Tekel işçileri sorusu değil.Almanya’da devlet ile Lufthansa işçileri benzer bir anlaşmazlık yaşamış grev sadece 4 gün sürmüştür.Yani ortak nokta bu kadar çabuk bulunmuştur.Türkiye’de böyle bir anlaşmazlık THY ile yaşansa aradaki uyuşmazlık bu kadar sürer miydi?Temel olan ve bundan sonra tartışılması gereken Tekel tarzı kurumlarının ne kadar işler olup ,fayda getirdiğidir.Ama işçi haklarının geri planda olduğu hiçbir tutum doğru değildir.Ve ne olursa olsun destek görmemelidir.

BAŞBAKANIN MEDYA MENSUPLARI İLE SORUNLARI
Gündemin bir diğer maddesi de başbakanın medya ile olan sorunlarıydı.Aslında bu sorun yeni bir sorun değil ve sürekli yaşanmakta .Ve de bir kısım bunu diktatörlükle benzeştirmekte.Ülkemiz dışına çıkıp dünyadaki örneklerine baktığımızda İtalya’da Berlusconi medya patronlarına yazarlarınızı susturun demiyor,Berlusconi direk kanalları alıyor.Örneğin Rusya’da Putin, Fransa’ da Sarkozy böyle yaklaşımlarda bulunmaz;daha sert yaklaşımlar gösterip medya patronlarına direk müdahale de bulunurlar.Yani bugün başbakan medyayı yönlendirme noktasında her ne kadar demokrat bir yaklaşım sergilemiyorsa da Avrupa’daki örneklerine bakıldığında bu tavır aslında çık masumane.Belki de şimdilik…

BALYOZ EYLEM PLANI
Ve çok tartışılan Balyoz Eylem Planı…
Ülkemiz ve tarihimiz her zaman askere ve askerin varlığına güven duymuştur.Ülke geleneğimiz asker kültürünü kutsal saymıştır.Darbeler bile bu güvene , bu kutsallığa engel olamamıştır.Fakat son zamanlarda askerin yargılanması,asker içindeki görevini kötüye kullanan yetkililerin varlığı askerin de tartışılmasını sağlamıştır.Ve bu olaylar yeni bir sürecinde başladığına kanıttır.Bu yaşananlar demilitarizasyon ise bu ülke için, bireyler için çok tehlikelidir.Ama yeni süreç birçok açıdan teminatımız olarak gördüğümüz kurumun da içini yeniliyorsa ,bu süreçten sadece misyonunun gereklerini yapan, çağdaş bir vizyonla kendini yenileyen bir kurum çıkarsa elbette ki bundan en çok güvencemiz olan ordumuz karlı çıkar.
Burada diğer bir kritik konuda siyasi iradenin bu olayda ne kadar gerçekçi olduğudur.Bilindiği üzere siyasi irade bu türden darbe planlarına karşı olduğunu her seferinde yinelemekte.Ama 12 Eylül gibi bir gerçek ortadayken o zaman darbe yapanlar neden konuşulmamakta bile? Demokrasi adına binlerce insana yapılanlar ,halk iradesinin geride bırakıldığı o günlerin sorumluları neden göz ardı edilmekte?Eğer siyasi iktidar bu olayda samimiyse 12 Eylül sorumlularının da gün ışığına çıkartılmasına yardımcı olmalıdır.
Son olarak Yunanistan,İspanya gibi darbe kültürüne hiç de uzak olmayan ülkelerde bile ekonomi bu kadar kötüyken ve iç huzursuzluk had safhada iken darbe söylemleri hiçbir şekilde yapılmamakta.Çünkü 4.sınıf Afrika ülkeleri dışında darbe dönemleri bitmiştir.Darbe zihniyeti artık tükenmiş bir zihniyettir.O yüzden hala bu zihniyete sahip olan kişilerin tasfiyesi ordu içinde kazanç olacaktır.

BAŞSAVCININ TUTUKLANMASI
Bilindiği üzere Erzincan başsavcısı İlhan Cihaner,Erzurum özel yetkili savıcısı Osman Şanal tarafından evi aranıp sonrada tutuklanmıştır.Bu olay da cumhuriyet tarihimizde bir ilk olarak kayıtlara geçmiştir.Tutuklamanın hemen ardından Osman Şanal da HSYK tarafından suçlu bulunmuş ve yetkileri elinden alınmıştır.Ancak bu olayda gözlerden kaçan ve akıllarda soru işaretleri bırakan olay şudur:HSYK savcıyı suçlu bulup yetkilerinin tamamını kaldırınca hükümet kanadı kararı hukuka aykırı olarak nitelendirmiş,adil yargıyı etkilemeye yönelik bir teşebbüs olduğu belirtmişti.Ancak bir süre önce yargıtaydaki 33 boş koltuk için 8 ay boyunca seçim yapılamaımıştı.Bununda nedeni adalet bakanının HSYK ile olan sorunları sebebiyle toplantılara katılmaması idi.Müsteşarı bile katılsa bu toplantılar yapılabilecekken aylarca bu toplantılar yapılamamıştı.Ancak son olayda müsteşar toplantıya katılmış ama oylamaya katılmamıştır.Bununda izahı bu toplantı yapılsın karar alınsın demektir.Her ne kadar tarafsız olduğunu iddia edip toplantıyı terk etse de katılımı kararın alınmasına yardımcı olmuştur, müsteşarın.Yani iktidar tarafından çok eleştirilen bu konuda iktidar,bakanın müsteşarı vasıtası ile otomatikmen kararın alınmasına katkıda bulunmuştur.Buda hükümetin bu olaya örtülü de olsa destek vermesidir.
Madem bu kadar yanlış olduğu düşünülen bir karar ortada neden hükümet bu olaya eleştirmesine rağmen destek vermiştir?Tutarsızlık ve danışıklı dövüşe açık örnek olan bu karar önümüzdeki süreçte de tartışılacaktır,hiç şüphesiz.

İşte böyle garip olayların yaşandığı ,tutarsızlıklarla dolu eylemlerin olduğu bir ayı daha geride bıraktı,Türkiye.Bakalım önümüzdeki ay nelere şaşıp nelerin üstünün örtüldüğüne şahit olacağız.
ERDEM ÇETİN

FUTBOL: SUÇ VE SUÇLU TAYİNİ

Futbolumuzda maç tatillerinin,küme düşürme dedikodularının ve tabiki şampiyonluk hesaplarının sık döndüğü bugünlerde şüphesiz taraflı tarafsız herkesin merakla takip ettiği konulardan biri de Bursaspor'un zirve yürüyüşüdür.Bursaspor'un üst üste kazandığı maçların lige yeni bir hava kazandırdığını inkar edemeyiz.Özellikle kamuoyunda yaratılan Bursaspor ve Ertuğrul Sağlam profilleri Türkiye'de geçtiğimiz yıllardaki Sivasspor ve Bülent Uygun örneklerini akıllara getirmiyor değil.Tabi farklı olan şey Ertuğrul Sağlam ve Bülent Uygun arasındaki söylemlerdi.Bülent Uygun her mikrofon uzatıldığında,kendisinin ne kadar büyük bir antrenör olduğundan,takımı nasıl çalıştırdığına kadar birçok spektaküler söylemlerde bulunmaktaydı.Ertuğrul Sağlam Bülent Uygun'un bu yanlış tutumundan sonraki hızlı düşüşünden ders almış demek yanlış olur bence zira bu zaten yıllardır tanıdığımız Ertuğrul Sağlam karakterine uygun bir davranış değildir.

Ancak şöyle bir durum izah etmek istiyorum.Bursaspor son hafta Manisaspor'u 2-0 geçtikten sonra Ertuğrul Sağlam'ın yaptığı açıklama birkaç hafta içinde alınacak başarısızlık durumunda suçlu tayin etmekten başka birşey değildir."Pazartesi ve Cuma arka arkaya maç koymuşlar,gerekirse fikstürü de yeneceğiz" açıklaması yüzeysel bakıldığında inanmış bir takımın antrenörünün söylemi olarak düşünülebilir.Ancak Ertuğrul Sağlam bu söylemiyle bahsi geçen maçlarda puan kayıpları yaşanır ve Bursaspor şampiyonluk yolunda yara alırsa suçluyu hedef göstermiştir.Türkiye'de başarısızlığın sebebi neden hep önceden başkalarında aranır?

Bursaspor eğer şampiyonluğa oynayacaksa böyle küçük hesaplara girmemelidir.Zira küçük hesaplar küçük düşünen takımların işidir ve şampiyonluk büyük takımlara yakışır.Bu konuyla ilgili bir örnek vermek gerekirse; İngiltere premier liginde Wigan Athletic takımı küme düşme mücadelesi veriyor ve 13 Mart Cumartesi akşamı Bolton Wanderers ile bir maç yaptı ve kaybetti,aynı takım bu akşam yani sadece 3 gün sonra yine bir maça çıkıyor ve bu konuda takım yönetimi veya teknik kadrosundan kimse bir açıklama yapmıyor."Küme düşmeyeceğiz,gerekirse fikstürü de yeneriz" diyen yok.Kaldı ki bunu küme düşme mücadelesi veren küçük bir takım yapmazken,şampiyonluğa yürüyen bir Bursaspor antrenörünün yapmaması gereken talihsiz bir açıklama olarak hafızalarda kalacaktır.Bursaspor şayet olur da şampiyonlar ligine giderse 3 günde bir maç oynamak zorunda kaldığında Ertuğrul Sağlam ne diyecek merak etmiyor değilim.

BURAK KERECİ

Güdü,Hedef,Ödül Triosu ve Kişisel Karar Teorisi

Günlük yaşamda,bir problem karşısında bazen kimse harekete geçmezken bazı insanların hızlıca harekete geçip sorunu çözmeye odaklandıkları ve hedeflerine,uzun sürse de,azimle çalışıp odaklarını gözlemlemişimdir.Bu insanları diğerlerinden ayıran nedir sorusunun bir veya birden çok yanıtı mutlaka olmalıdır.Bu cevaplardan birisi de o kişilerin güdülenme düzeyiyle ilgilidir.
Herhangi bir eylemde bulunma eğilimini güdülenme; bu eğilime neden olan belli bir ihtiyacımızı veya isteğimizi de güdü olarak adlandırabiliriz.Güdü kelimesinin özünde mevcut bir hedefe vurgu vardır.Bu hedefe ulaşma doğrultusunda davranışların yönlendirilmesi de güdülenmedir.
Farz-ı mahal,bir ilköğretim okulunda herhangi bir sınıftaki öğrencileri gözlemlediğimizde bazı öğrencilerin derse hazırlıklı geldiklerini,derse istekli katıldıklarını ve ödevlerini zevkle ve istekle yaptıklarına şahit oluruz.Ancak bazı öğrencilerin de,okula zorla geldiğini,dersi dinlemek yerine arkadaşıyla konuşmayı veya pencereden dışarıyı izlemeyi tercih ettiğini görürüz.Yine bazı öğrenciler zor bir problemle karşılaştıklarında problemin üzerine gidip masadan kalkmazken,bazıları da en kısa sürede pes edip soruyu bırakırlar.İşte bu iki tip öğrenci arasındaki farkın esas nedeni güdülenmedir.Olgunlaşma ve yetenek düzeyi aynı olan iki öğrenciden biri daha iyi öğreniyorsa güdülenme düzeyi bu farkı ortaya çıkaran baş aktördür.
Bireyin,özellikle öğrencilerin başarı hedefine güdülenmelerine yardımcı olabilmek için bu süreçte neler olup bittiğini bilmek gerekir.Bu konuda birçok teori bulunmaktadır.Bunların bir kısmı insanı pasif bir organizma olarak ele alır ve hedefe bağlanmayı yani güdülenmeyi sağlayan şeyin aslında insanın ihtiyaçları olduğu tezini savunur.Bir başka deyişle insan hangi ihtiyaç içindeyse o hedefe yönelik davranış gösterir.Dolayısıyla hedef güdülenmede oldukça önemli bir yere sahiptir.Hedef belirlendiği andan itibaren birey artık o hedefe yönelik davranış sergilemeye girişir.
Hedeflerin yanı sıra,güdülenmedeki bir diğer önemli unsur da ödül elde etme arzusudur.Ödüller farklı kaynaklardan beslenebilir; bunlar iç kaynaklı ve dış kaynaklı olabilir.”Dış kaynaklı ödül” için kısaca; insanın temel olmayan ihtiyaçlarını besleyen ödül tipidir diyebiliriz.Yani birey,fark edilmek,zekasını ispatlamak,yüksek not almak,mahcup olmamak veya iyi bir izlenim bırakmak gibi sebeplerden dolayı ödülü istiyorsa bu ödül dış kaynaklıdır.Öte yandan,”kendimi geliştirmek için,sevdiğim için” gibi sebeplerle güdülenildiğinde bu iç kaynaklı güdülenmedir.Öyle ya da böyle,asıl olması gereken iç kaynaklı güdülenme şeklidir ki şayet birey içten güdülenme gerçekleştirirse,dıştan güdülenmedeki güdülenme sebepleri de kendiliğinden tatmin olmuş olacağından dış kaynaklı güdülenmeye gerek kalmayacaktır.
İç kaynaklı güdülenen birey başarısızlık durumunda bunu içselleştirmez.Araştırmalar bu tip bireylerin başarısızlık nedenlerini kendilerinde değil,harcadıkları çabada,izledikleri çalışma yönteminde aradıklarını göstermektedir.Ayrıca daha gerçekçi olduklarını ve başarısızlığa karşı daha dirençli oldukları ortaya konmuştur.
Bütün bunlar ele alındığında,içten güdülenme kişisel karar teorisine önemli etkilerde bulunmaktadır.İçten güdülenme bireylerin yaptıkları işte kendilerini ne derece özerk algıladıklarını ve bu işin ne denli kendi iradelerine bağlı olduğunu fark etmeleridir.Birey kendince güdülendiğinde verdiği kararlar da tutarlı ve dengeli olacaktır.İş ve eğitim alanında da birey kontrolün kendi iradesinde olduğunu fark ettiğinde kişisel karar teorisi devreye girecek ve kendisine ve yaptığı işe katkısı olacaktır.

BURAK KERECİ

1 Mart 2010 Pazartesi

KOMEDİ ANLAYIŞIMIZ DEĞİŞTİ Mİ?

Türk sinemasında bir çok özel isim vardır,komedi adına.Ama bunlardan en önemlisi hiç şüphesiz Kemal Sunal’dır.1960’lı yılların ortasında başladığı sinema hayatına 42 film sığdırmıştır, Kemal Sunal.Ve de bunları yaparken bir çok farklı karakterde karşımıza çıkmıştır.Yani bir tek İnek Şaban olarak hatırlamayız,onu.Onun birden çok ismi vardır hem filmlerinde,hem de bizim hafızamızda.

Dedik ya komedi anlayışımız değişti mi?Bu tartışmanın da kaynağı bugünkü Recep İvedik serisi ve karşılaştırmalar.Bugün Recep İvedik ile kahramanı canlandıran Şahan Gökbakar bile bu tartışmada elbette ki Kemal Sunal’ a rakip olamam diyecektir.Ama bir kısım medya ne yazık ki halkın rol modelinin İvedik tiplemesi olamayacağının farkında değil.Elbette olamaz.Çünkü Kemal Sunal ve onun karakterleri saf karakterlerdi.Yeri geldiğinde o kahramanlar bir çok kesimi ,hatta ailesini bile karşısına alıp halkın yanında olabiliyordu.Halk da bu karakterin masumluğuna, saflığına ve dürüstlüğüne çok inanmıştı.Bugünkü gibi küfür vardı o filmlerde de,ama insanı irite eden ailesine kadar rahatça küfür edecek kahramanlar yoktu, o filmlerde.Bugünkü karakter tamamen kaba,kendi için yaşayan ,sevimsiz ve sosyal mesajlardan tamamen uzak bir karakterdir.Bu kahraman ile komedinin doğasında olan güldürme ve insana güldürürken dersler verme misyonu tamamen göz ardı edilmiştir.

Aksine dönemin Kemal Sunal filmleri misyonları olan filmlerdi.Yetmişli yıllarda erotik film furyasına kapılan Türk Sineması’nda Kemal Sunal filmleri onlarca film ile misyonuna devam etmiştir.Filmlerdeki usta yardımcı karakterler ile birlikte ,kimi zaman dönemin önemli problemi olan ağalık sistemi eleştirilmiş, kimi zaman siyaseti halk için yapmayan siyasetçi mizahi açıdan derslerde vererek işlenmiş, kimi zaman da yurtdışına giden o dönemki kuşağın yaşadığı zorluklara dem vurulmuştur ,filmlerde.Ve de asıl önemli olan, halkın değerlerini ön planda tutma prensibi hiçbir zaman göz ardı edilmemiştir.

Sonuç olarak bugünlerde serinin 3. filmi ile izleyicisi karşısına çıkan Recep İvedik serisi kendi adına başarılı sayılabilir,fakat halkın rol modeli olma misyonundan oldukça uzaktır.Çünkü toplumsal değerler geri plandadır ve karakter çok sabittir.Ve ne kadar da sağlam gişeler yapılmış olsa da Türk halkının komedi anlayışı doğrultusundaki filmler Kemal Sunal filmleridir.

ERDEM ÇETİN

HAYATA OLUMLU BAKABİLMEK

Zor bir hayat yaşıyoruz hepimiz , aslında.Sevinçlerimiz ,çok istediklerimiz hemen gelip geçerken,acılarımız ve unutmak istediklerimiz hep bizimle oluyor.Düşünün bir ; aylarca belki de yıllarca çok arzuladığımız ve olmasını dört gözle beklediğimiz bir olayı…Evet belki o olayda istediğimiz son noktayı tam da istediğimiz gibi atıyoruz ama sevincimiz , o mutlu anımız ne kadar devam ediyor?Tam tersini düşünelim bir de, hayatımızda bizi önemli derecede mutsuz edecek olayı veya hiç ama hiç gerçekleşmesini istemediğimiz bir anı ne yazık ki an be an hatırlıyoruz, sanki onunla hayat boyu yaşamamız gerekirmiş gibi…

Neden böyleyiz ki sanki veya neden sevinçlerimizi bile kalıplara sokuyoruz ki ?Tamam başta dediğimiz gibi zor bir hayat yaşıyoruz ama bu hayatı daha da dolu yaşayabilmek, paylaşabilmek elimizde değil mi?

Aşık olarak , gerçekten severek , değer vererek,hoş görerek,samimi olarak yaşadığımız , sevdiğimize sevgimizi gösterdiğimiz bir hayatı düşünsenize …

Bir de düşünün ki ; maddi kaygılar ve hayat kavgamız ikinci plana itilmiş , içine sokulduğumuz bitmek bilmeyen yarış önemsenmez olmuş, sadece manevi değerleri ön planda tutar olmuş herkes…

Belki de bunlar ütopik düşünceler, mevcut hayat şartlarımızda .Ama neden bunları tamamen göz ardı ederek yaşayalım ki? Neden aşık olduğumuzu haykırmayıp ,hoşgörülü ve samimi insanlardan zarar gelir mi diye kuşkulanalım ki?Veya neden yanlış ilişkiler yüzünden gerçek aşkın varlığını bile sorgulayalım ki?

Aslında hayat bize bağlı.Yani hayatı anlamlandırabilmek de hayatı sıradanlaştırabilmek de…Sevginin anlamını ,insana verilen değerin kutsallığını,yaşadığımız hayatın güzelliklerini ne kadar içimize sindirirsek ; inanın hayat bize o tatlı ve yaşanmaya değer yönünü daha da çok gösterecek.Ve de yine hayat boyunca yaşanmış ve yaşanacak duyguların en özellerinden biri olan aşkı ne kadar saf bir şekilde yaşayabilirsek ;inanın ki aşk hayatımızın diğer bölümlerine o iksirlerini her hattıyla saçacak.

Paylaşımlarımızın ve sevgimizin samimi ,yaşadığımız aşkların ilk bakışmanın heyecanlığı ve sıcaklığında olduğu bir hayat olması dilekleri olsun son sözlerimiz…

ERDEM ÇETİN